Bu Blogda Ara

12 Mart 2013 Salı

tuana.

2012nin sonunda bir gazla blog açayım, bloga da 2012'nin galatasaray'a ait en unutulmaz 10 anısıyla giriş yapayım demiştim. 2012nin son günlerinde bu düşüncemi hayata geçirememiştim, 5 ya da 6 anıyı 2013 olmadan yazabilmiştim ama mart'ın ortasına gelmiş olmamıza rağmen hala bitiremedim bu listelemeyi, araya farklı konular, değişik blog postları girdi ama 10 sayılık anı arşivini yazamadım. düşüncemden de saptım esasında, maç maç yazma düşüncem varken maçları şampiyonlar ligi, fener maçları beşiktaş maçları 4-2lik skorlar, selçuk'un frikik golleri, basket maçları gibi gruplara ayırdım, düşüncemden saptım dediğim gibi, en son 4 numarayı yazmışım şu ana kadar anmadığım maçlar içeriğiyle beraber. ilk 3 sıranın biri 12 mayıs 2012ye ait, diğeri unutulmaz olaylar olarak yazılacak ama içeriğine goller ve penaltı kurtarışlarından sonra ne girer onu bilemiyorum. diğer 3.sıra içinse hiç fikrim yok. gol sevinçleri olabilir belki. 10.maddeden başlarken de yazmıştım zaten bu sıralama herhangi bir büyüklük ya da önem sırası arz etmemektedir diye. her halukarda 1 numara 12 mayıs 2012ye ait olacak ama bundan eminim. 3 ve 2.numarayı daha sonraya bırakıp 1 numaraya yazacağım 12 mayıs 2012yi şimdiden yazayım. tamamen duygusal, iç hesaplaşmasıyla dolu bir yazı bekliyor sanırım beni.


20 saat sonra belki de galatasaray tarihini tamamen farklı bir yöne kaydıracak bir maça çıkacak takımımız. maç öncesi konsantrasyon videoları izleyip 2012-2013 sezonunun şu ana kadar ki unutulmaz anlarını izlerken arkada 12 mayıstan bir fotoğraf göründü. 2010-2011e ithaflarla  hazırlanan introları ya da yazıları gördükçe de o zamanlar bir kez daha geçti gözümün önünden. 12 mayısta yaşadıklarımı yazacaktım hep ama 10 sıralık listenin en son sırasına yazayım diye bekletiyordum. 2 ve 3 numaray yazamamış olsam da maç heyecanyla uyku tutmayan şu gecede başlayayayım 12 mayısı anlatmaya.






































2010-2011 sezonundaki 16 mağlubiyetin ardından hemen hemen her maçtan sonra levent yüksel'in tuana şarkısını dinlerdim ağlayarak. hani o 14.sıraya kadar düştüğümüz sıralarda o ağlamalar boyut değiştirmişti tabi.  

"sana söz yine baharlar gelecek
sana söz ışık sönmeyecek
ölüm yok ki tuana uyan
 şimdi yaşanacak"

bu şarkıyı geçen sene fenerbahçeliler her ne kadar kendi üzerlerine almışlarsa da şike süreci esnasında, bu şarkı galatasaray ve benimdi, aramızdaki binlerce bağdan bir tanesiydi. 2011-2012nin ne kadar muhteşem olduğundan bahsetmeye gerek yok şu an, herkesin hafızasında tazeliğini koruyor canını sevdiğimin sezonu.

2012 yılında bahar şenlikleri kapsamında odtü'ye gelen sanatçılardan biri de levent yüksel'di, tesadüfe bakın ki şampiyonluk maçının olduğu gündü konser, 12 mayıs 2012. en başından almak gerekirse sene içinde kimler gelicek acaba bu sene merakı içindeyken benim gönlümden geçen tek isim hep levent yüksel'di. malumunuz olduğu üzere program açıldığında havalara uçtum, plan da belliydi, 12 mayıs konser 13 mayıs fenerbahçe-galatasaray maçı. ama tabi ki öyle olmadı gerçek. süper final zırvalığının 5.haftasında şampiyonluğu ilan edebilirdik esasında alacağımız galibiyet ve trabzondan gelebilecek puan kaybı haberiyle, o maçın devre arasında maçın 12 mayısta oynanacağı açıklanmıştı. benim planım basitti maç-konser denkleminde. şampiyonluğu beşiktaş maçıyla ilan edemezsek ki durum onu gösteriyordu ertesi hafta konseri unutup maçı evde izlemekti. bunu arkadaşlarımla paylaştığımda, gelmem ben o konsere, şampiyonluk giderse tutamazsınız beni, rezil ederim gününüzü şeklinde konuşmalar vardı aramızda, ki bana sahip olacağını maç sonrası yaşanabilecek her olayda beni tutacağını söyleyenlere rağmen maçı evde izleyip konsere gitmemek en kolay seçimdi. sanırım perşembe ya da cuma sabahı, konsere gitmeye karar verdim. maçı izlemeye kalbim dayanmayacaktı ne de olsa, maç esnasında konserde olmak maçı en iyi ihtimalle radyodan dinleyecek olmak en iyi fikirdi, maçı kaybetme düişüncesi bir saniye bile gelmedi aklıma, ki normalde normal bir maçtan sonra bile kaybettiğimizde dışarı çıkmayan, evde pinekleyen bütün iletişim araçlarıyla ilişkimi koparan bi insanım, en son kaybettiğimiz gençler maçından beri evden sadece bi kere çıkıp tvyi de pazartesi akşamı basın toplantısı için açtım nerdeyse. neyse 12 mayıs diyorduk. cuma akşamına kadar aslında şüphem vardı ben yarın çıkmam evden maçı izlememeye dayanamam diyordum kendi kendime. ertesi gün için planlar yapıldıktan sonra pek kaçış yerim kalmamıştı açıkçası. cumartesi günü okulda okulda olacaktım maçı izlemeyecektim. cumartesi sahabı evden çıkana kadar maçla ilgili hiçbir şey izlemedim, hiçbir tv programına bakmadım, öğleden sonra metin oktay tişörtümü giyip evden çıktım, o sezon hiçbir galibiyetim yoktu o tişörtle, ama evden çıkarken de twitterdan metin oktay'dan zarar gelmez yazmıştım, metin oktay olm bu ne zararı. çantama forma-atkı vs alarak hazırlıklıydım. her şey şampiyonluk sonucuna göreydi, aksi bir sonuçta ne yapacağıma dair bir sn bile düşünmemiştim, aklıma o ihtimal gelmiyordu bile. gören de şampiyonluğun garanti olduğu bir formalite maçına çıktığımızı bile düşünebilirdi. yolda üzerinde forma bulunmayan tüm insanların ciddi ciddi maç sonucuyla ilgilenmeme ihtimallerini, hayatlarında o gün için daha önemli bişiler olma ihtimaline şaştım. çok garipti, nasıl yani o insanların rüyalardında maç olmamış mıydı geceleyin. 

okula gittiğimde maçı izlememe ya da maçın izlendiği ortamda bulunmama planım alt üst olmuştu, yağan yağmur ve maçı izlememeye dayanamayacak arkadaş kişileri sayesinde. izlemeyecektim ama o kesindi, maçı izleyenleri izlemek gibi bir durum vardı, maç başında bakmıcam ya dayanamam çığlıklarım maç ortasına doğru ekranı görebilmek için masalara çıkma, insanların omzundan baykuşluk yapmakla sürmüştü. semih'in sayılmayan golü, elmander'in maçtan erken çıkmak zorunda kalması vs. her şey aleyhimize gibi görünüyordu. maçı dinlemeyi insanların hareketlerinden tahmin yapma işi gereğinden fazla heyecan yaratınca, etrafı arşınlamak yağmurda ıslanmak, kaldırımda oturmak vs daha anlamlı hale gelmişti. önünde bulunduğumuz kafe sadece galatasaraylıların bulunduğu bir mekandı, içerde yer kalmayınca insanlar dışarda duvara yansıtılan ekranı az da olsa kenardan köşeden görmeye çalışıyordu, o halin fotosunu çekmiştim ama bulamadım şimdi. ilk devre bittiğinde dayanacak sabır kalmamıştı, tahmin doğru yönde ilerliyordu, 0-0 tahmini şu an için tutmuş gibiydi. muslera gol yemezse şampiyonduk işte var mı ötesi. 1-0 geriye düşsek geri dönebilirmiydik o konuda bir umudum yoktu işte. maçın ikinci yarısı daha da bir sinir harbiyle geçti kendi adıma. ilk yarıda olan kısa mesafeli çevre turlarımın mesafesi sürekli artıyordu, ama koduuumun saati maç süresi artmıyordu, sabit kalmıştı sanki. çevredekilere sarılmak, eli bileği ısırmak, ıslanmak, yerdeki çakıl taşlarıyle oynamak vs vs bir sürü anlamsız hareket. zaman geçmiyordu, geçmiyordu. evde maçı izleyen babamın 15dakikada bir arayarak ne durumda olduğumu kontrol etmesi daha da sıkıntı yaratıyordu benim tarafta. dia'nın oyundan atılışı, galatasaraylıların gol olmuş gibi sevinmesi, gol sanmam kırmızı olduğunun anlaşılması ve üzüntü sonrasında ujfa'nın atılışı derken hiç tanımadığım sandalye tepesindeki bir kızın bacaklarına sarılmış ağlıyordum. zaman geçmiyordu, geçmiyordu. 77.dakikadan 89.dakikaya kadar en azından 1 saat gibi geldi bana, o süre boyunca okulda epeyce bir mesafeyi yürüdüm, hayır yani imkansızdı 12 dakika geçmiş olması normalde sırf gittiğim yer 10 dakika sürerdi, gidiş dönüş 12 dakika sürmesi hala enteresanlığını koruyor. maç uzadıkça uzadı, 97yi gördük sanırım. 90+dan sonra helal muslera, aslanım benim, yavrum beaaaaa bağırışları geliyordu içerden. maçın bitimine doğru herkes ayakta ekrana bağrıyordu bitirsene ulaaaaaan diye. beklenti oydu evet ekranın bitirmesi bile beklentiler içindeydi. 2 defa sanırım maç bitti diye bir sevinç oldu, ama yanlış anons diye oturtuldu susturuldu içerdekiler. ve sonunda son düdük geldi, yani gelmiş. hatırladığım şükürler olsun diye ağladığımdı. tanıdığım tanımadığım yüz aşinalığı olan insanlarla bile sevinç, yakın arkadaşlarla doyasıya sarılma. temizinden 4 senenin yorgunluğu bir anda gitmişti üzerimden. maç sonrası meşalelerdi, tezahuratlardı derken hayallerin, uzun süreden beri beklenenin, yıllardır mutsuzluğun sonunun geldiğini hissettim. sevinçlerden sonra konser alanına giderken ki halim belki de çevremdekilerin beni unutmak istedikleri anlardan biriydi, bir sürü küfürler, çığlıklar, sevinç naraları. konser başlamamıştı bile konser alanına vardığımızda. o an tek beklentim tuana'nın başlamasıydı. inanabiliyor musunuz, geçtiğimiz yıl o şarkı kötü sonuçların ardından çalınırken o an şampiyonluk sevinciyle söylenecekti. sonradan galatasaraylı olduğunu gstv'de öğrendiğim ama konser boyu fenerli sandığımız levent yüksel'e kah söylenerek kah bağırarak şarkılara eşlik ederek mükemmel anlar geçirdim, ta ki tuana'ya kadar. tuana başladığı an top noktasıydı belki de hayatımın. çok iniş çıkışlar inanılmaz mutluluklar ya da üzüntüler yaşamadım hayatımda, o tuana şarkısı başladığı anda duygu boşalmasıydı ya da ne bileyim bir zaferdi benim için. kah gülerek kah ağlayarak bitirdik şarkıyı, konserin geri kalanını hatırlamıyorum. tuana'ydı benim için o konserin anlamı. ve o gece 5-8 arası uyuyabildim sadece. eve dönüşte maç fotoğraflarıydı, kupa görüntüleriydi takım otobüsü takımın florya'ya varması derken 5te sızmışım, 3 saatlik uyku 13 saatte yaşayamayacağım kadar huzurluydu. belki de üniversite sonuçlarının belli olduğu gecenin ardından en huzurlu uykumdu hayatımda uyuduğum.
mutluluk galatasaray adına çok yakışıyor. yaklaşık 20 saat sonra onun kadar olmasa da benzeri bir huzura ermiş oluruz umarım. 
çok büyüksün galatasaray, aynı zamanda çok güzel. varlığın her zaman mutluluk olmasa da yokluğunu göstermesin allah.

4 Mart 2013 Pazartesi

galatasaray sahaya yansımadı




2 mart 2013eskişehir-galatasaray maçı

galatasaray sahaya yansımadı

2011-2012 sezonuyla başlayan yeni galatasaray'ın oynadığı en iç karartan, en moral bozan en keyif vermeyen maçını oynadık cumartesi akşamı. herkesin aklında galip gelip puan farkını 9a çıkarıp derbiyi "sülalem rahat" şeklinde izlemekti. ama son yıllarda bursa-sivas-eskişehir deplasmanları öncesinde olduğu gibi, kazanmak zor puan alalım yeter hissi o kadar gereksizce yer buldu ki kendine. çok uzun süredir geçen seneden beri 80 maç oynadığımızı düşünsek o maçlar içinde ben galatasaray'ı hiç bu kadar çaresiz gördüğümü hatırlamıyorum. 2011-2012 sezonunda da 2012-2013 sezonunda da çok kötü maçlar oynadık, puan da kaybettik, bu takıma da kaybedilir mi be şeklinde isyan edilcek takımlara karşı kötü oyunla maç da kaybettik ama ilk kez bu kadar ezildik belki de rakip karşısında. maçın ilk yarısını izlememiş olan babam ikinci yarının başlarında ilk yarıda da böyle oynamadık dimi, duman eder kızım bunlar bizi yorumları yaparken ben muslera'nın sahada yaptıklarına şaşıyordum. neler yaptı öyle yahu canını sevdiğim.
özellikle ikinci yarı rezil olduk sahada, eskişehirlilerin attığı çalımlarla bizimkileri maymun etmesinden bahsetmiyorum şu an ama topa zerre sahip olamamak maçın hemen hemen hiçbir dakikasını rakipten baskın geçiremedik, kalemizdeki pozisyonlar bu sene bundan önceki verdiğimiz krediler sayesinde belki de gol olmadan atlatıldı. melo'nun vurdumduymazlığı, amrabat'ın her zamanki vasıfsızlığı derken galibiyet diye çıktığımız maç alınan 1 puana şükredilen bir maça evrildi. o denli kötü oyuna, adam akıllı şut atamama olayına filan bakmaksızın son andaki serbest vuruş pozisyonunda 3 puanı alan taraf da olabilirdik, hak etmemiştik zaten olmadı. drogba yerine selçuk vursaydı ne olurdu, sneijder ordan daha mı iyi vururdu diye düşünmenin pek bi faydası yok. kaybedilen 2 puandan çok kazanılan 1 puan var maç özelinde. bu seneye ait özetini, tekrarını filan görmek istemediğim tek maç şu olabilir, o denli rahatsız edici bir maçtı işte.







üzüldüğüm tek nokta geçen sene antalyaspor yüzünden başaramadığımız ligdeki her takımı en az 1 kez mağlup etme istatistiğine bu sene de ulaşamayacak olmamız. karabükspor'u geçen sene antalyaspor'un yaptığı istatistik bozancılık rolüne uygun görmüştüm aslında ama neyse bu sene de o istatistiğe ulaşamıcaz nasılsa umarım geçen seneki gibi tek takımla kalır bu mağlup edememe olayı. beşiktaş-fenerbahçe maçının ardından kazanılan 1 puan kaybedilen 2 puandan çok daha önemli görünüyor zor deplasman kategorisindeki bir maçın ardından.

maç sonu futbolcular maç içerisinde olduklarından daha agresiflerdi,maçı kazanmak istediler elbet ama maç sonu üzüntüleri yüzlerinden anlaşılıyordu da keşke sahada da görebilseydik azıcık istek filan. neyse canları sağolsun.


 son olarak başınız hiç öne eğilmesin, lideriz yahu puan farkıyla canımızı/canınızı sıkmaya değmez. yakışmıyor.