Bu Blogda Ara

18 Şubat 2013 Pazartesi

we have drogba!!



transferi öncesi çok da istekli değildim açıkçası, takımdaki dengeler saçmalığı dışında taraftardaki onu da aldık drobga da gelecek istediğimiz herkesi alırız düşüncesi rahatsız etmişti. takıma katılışı da geciktikçe drogba'ya karşı bağlılık kurmak ya da snejder'i sahiplenmem vs drogba transferinde gerçekleşmedi. fatih terim'le sarılışını gördükten sonra,




hocanın bu denli mutlu oluşu drogba transferinin gerçekleştiği anda hissedemediğim heyecanı hissettirdi. takımla ilk antrenmanıydı, lisansı çıktı mı çıkmadı mı ne zamana çıkacak belirsizliğinden sonra akhisar maçının son 30 dakikasında karşımızdaydı "the legend drogba". 62.dakikada umut bulut'un yerine oyuna dahil olduğunda skorboard 0-0 dı. fazla değil sadece 8 dakika sonra sonra 0-2ydi. drogba oyuna girer girmez 1gol+1asistle sahanın yıldızıydı. gol atmamızın çok ama çok zor göründüğü akhisar maçında sahaya girişiyle bütün momentumu bize çevirmesi zaten herkesin ortak fikriydi, attığı golde yarattığı pozisyon, topu kendinin getirip sonrasında da adına yakışır bir kafa vuruşuyla bulduğu gol sonrası sevinç, tüm galatasaraylıların bu kadar erken beklediği bir şey değildi. sonrasında burak'a yaptığı asist, onla sevinci, gollerden skordan daha fazla sevindirdi maç esnasında. hatta daha sonra burak'ın gole çeviremediği pozisyondan sonra yaşadığı üzüntü onun neden drogba olduğu konusunda herkesi aydınlattı. takım arkadaşlarıyla uyumu, ve bu maç sonrası takım arkadaşlarının ona duyduğu saygı drogba'nın türkiye'ye uyum sürecini daha da artıracaktır. yekta'nın maç sonu "insan değil sanki bir melek" benzetmesi


galatasaray futbol takımı oyuncularının drogba'ya duyduğu saygıyı görme bakımından çok önemliydi benim için. gol sonrası yaşadıkları sevinç, maç sonrası oyuncuların sevinçleri-sarılmaları filan geleceğe umutla bakmamız açısından çok değerli. takım içindeki dengeleri olumsuz yönde değiştirmeyeceği kesin drogba'nın, olumlu yönden nasıl etkileyebileceğini de akhisar maçında gayet net biçimde gördük. ilk maçında 3 puanı getirmesi tartışılma ihtimalini ya da saçma sapan yorumları gelir gelmez ağzına tıktı milletin. ilk gol stresi gibi bir şey de yaşamadı mavi fillimiz, burak nasıl oynayacak acaba drogba'dan sonra burak kötü etkilenir düşüncesine de burak drogba'dan 2 dakika sonra drogba'nın asistiyle attığı golle en güzel mesajı verdi.
ilk maçında 3 puanı tek başına getirmesiyle takımda oluşabilecek "denge" problemini kökten çözmüş görünüyor. burak'ın azılı bir drogba hayranı olduğunu düşünüyorum, onla oynamaktan zevk aldığı da apaçık. devamı da gelicek umarım.

fotoğraf seçme konusunda pek başarılı değilim sanırım, tek seferde 33e indirebildim ekleyeceğim fotoğrafları ama drogba'lı sneijder'li burak yılmaz'lı selçuk sevinçleri için 33 fotoğraf bile az gerçi...




































çok güzel günler göreceğiz, güneşli günler..

kralın dönüşü



bundan önceki post'un başlığı kralın vedasıydı. bugünkü de kralın dönüşü. art arda gelmeleri güzel bir tesadüf.


rafael nadal çok uzun zamandan sonra(haziran-2012), yaklaşık 8 ay, bir turnuva kazandı. son kazandığı atp turnuvası krallığını ilan ettiği roland garros grand slam turnuvasından sonra yaşadığı sakatlık onu önce wimbledon'dan sonra olimpiyattan daha sonra da us open ve en son da aus open'dan mahrum bıraktı. 12 gün önce uzun zaman sonra ilk resmi maçına şili'de çiftler maçıyla çıkmıştı. şili'de hem tekler hem çiftler zaferini finalde kaybetmişti. dönüşten sonraki ilk kupası brasil 2013 atp turnuvasında oldu. tabi ki erken konuşmak için 12 gün öncesiyle bugünkü seviyesi bir değildi. bugünkü maçın sadece istatistiklerine bakarak konuşmak zorundayım ama 6 gün önce oynadığı şili tekler finalini izlemiş olarak söylemeliyim ki toplara koşmama, yada rallileri uzatmama fikri hakimdi kaybettiği finalde. rakibini hataya zorlamak yerine gücünü kontrollü kullanmak adına hamleler hakimdi kortta. 
alttaki tabloda da kazandığı finalin istatistikleri var, 2 kez servis kırdırmak bu kadar kısa süren bi maç için fazla geldi bana, bilindik nadal için tabi benim bahsettiğim. geri dönüşü sırasında maç içinde çok iniş çıkışına şahit olacağız hep beraber.

 

 gelelim neler beklemeliyiz kısmına. nadal'ın en büyük amacı roland garros'a kadar yavaş yavaş en üst form durumuna ulaşmak. mayısın sonunda başlayacak olan turnuvaya daha 3 ay var, ispanya'daki atp toprak turnuvaları kendini test etmesi için çok büyük sınavlar olacak. yani tahminimce evinde yani ispanya'da 3 atp'nin en az 2sinde final görmeli. tabi bir de roma var, orda da hedef en az final olmalı. tabi şimdi varsayımlar o turnuvaların tamamına katılacağına yönelik.

nisan ayında oynanan monte carlo ve barcelona atp turnuvaları ve mayıs ayındaki madrid toprak atp turnuvaları roland garros için nasıl bir umut içinde olmamız gerektiğini gösterecek. çok özlemiştik
son olarak hoş geldi, bi daha da bu kadar uzun zamanlı ayrılmasın aramızdan...

laf aramızda o bıraktığından beri tam bir tenis maçını hiç izleyemedim, hep yarım yamalak hep maç ortasında farklı bir iş bularak, onunla beraber benim de tenise dönme en azından diğer tenisçilere tahammül sınırlarını zorlama vaktim geldi:)

17 Şubat 2013 Pazar

kralın vedası



güle güle kral.





ne değerliydi şu pankart. 25 ekim 2009'da itin teki tarafından sakatlanan baros 14 mart 2010'da "return of the king" pankartıyla karşılanıyor ve kral bıraktığı yerden devam ediyordu gollerine, 77de girdiği maçta 90+ golünü atıp return of the king'i canlı canlı gösteriyordu.
ne umutlar ne hayaller... 

yollar ayrılacaktı, uzamayacaktı ilişki zaten besbelliydi bu ama keşke hayal ettiğimiz gibi bitseydi bu birliktelik.
kral vedasını geçen yıl manisa deplasmanında yapmıştı aslında. biz farkında olmamışız, son gol gibi değildi aslında. galatasaray kariyerinde attığı diğer 63 golden farklı gelmemişti o gol. ama farklıymıi belli ki.

veda zor.. çıktığı 17 avrupa maçında 14 gol atmış bir adamdan bahsediyoruz.
toplamda 116 maç, 64 gol... göz kamaştırıcı bir performans.



17 ekim 2010 tarihi baros'u asla kötü anmamak için yeterli kendi nazarımda. kendini parçalarcasına yapılan bir mücadele, uzun zaman sonra gördüğümüz hatta sonrasında çok uzun süre göremediğimiz bir istek.. başarısızlığı görmek ama çabaya duygulnmak. sahada üzülen kahrolan tek kişiyi de kaybetmek.. yazılacak çok şey var baros'la ilgili.



geçen seneye dairse, son zamanların kendi adına en etkili performansıyla karşı karşıya kalmışken sakatlandı baros. karabük maçında, 5-1 önde olduğumuz maçın sonlarına doğru daha fazlasını vermek için çabalarken bitirdi kendi adına galatasaray'daki parlak dönemini.2011-2012ye dair en sık hatırladıklarımdan şunlar baros'la ilgili. 









tabii en kıymetlisi de
geçen seneye yani 2011-2012ye dair birtakım dönüm noktalarından bahsedilecekse en üst sıraları kesinlikle bursa'ya attığı golle baros alır.



"şampiyonluk yaşamadan gitmesin be abi" yakarışlarının baş öznelerinden biriydi milan.şampiyonlukta katkısı da yadsınamazdı bana göre. galatasaray'ın son yıllarında hem tabanı hem tavanı gördüğü süreçte takımda yer alan tek yabancıydı. tahmin ediyorum ki 2011-2012 şampiyonluğunun değerini en iyi bilenlerden biriydi takım kadrosu içindeki. şampiyonluk görmeden gitmemeliydi, gitmedi, şampiyonluk kupasını kaldırdı, yollarımız ayrıldı. şampiyonluk sonrası ne adını ne yüzünü görebildik kendisinin. son hatırası oğluyla birlikte şampiyonluk zaferini kutlayışı..
yolun açık olsun "king" milan baros. çoğu kişi tarafından iyi anılacaksın, belki şu an değil ama 10 sene  sonra sana tepki duyanlar da "king" kimliğinle anacak seni. 



hala kapımda posteri asılı. kolay kolay da çıkmaz o ordan, kolayca asmadım şu ana kadar kimsenin posterini ama baros-kewell-neill yıllardır ordalar, uzun süre daha orda kalacaklar. belki hatırlattıklarıyla şu günün değerini daha iyi bildirmeleriyle belki de en umutsuz dönemde umut olmalarıyla.. teşekkürler baros özelinde her birine de. umutsuzluğumuza umut olmaya çalıştıkları için.

dostat jasné na silnici, baros. patrick'e çok iyi bak...