Bu Blogda Ara

19 Haziran 2013 Çarşamba

geç oldu güzel oldu!











23 sene sonra..

galatasaray erkek basketbol takımı şampiyon oldu, ülkenin içinde bulunduğu hengamede tüm ilgimizi onlara verememiş olsak da sene boyunca yalnız yürümüş takım playofflarda da fazla sorun çıkarmadan sessiz sedasız şampiyon oldu ve kupasını aldı, kutlamaları bile iptal edildi.
21 senelik hayatımda taraftar olarak ilk basketbol ligi şampiyonluğunu yaşamış olmak, basketbol şampiyonluğuna nasıl seviniliyo lan şeklinde karşılamamıza neden oldu. Kendimi bildim bileli sarıkırmızıya gönül versem de, galatasaray basketbol takımının taraftarı haline gelmem de 4-5 sene öncesine dayanır. Kendi gözümden Galatasaray erkek basketbol takımının son 3-4 yılını el verdiğince anlatmaya çalışacağım…



takımı takip etmeye başlamam cemal nalga skandalı ve ertesinde alınan cezalarla beraber başladı, gittiğim ilk maç da o sene yani 2009-2010da oynadığımız telekom-galatasaray maçıydı, http://basketbol.tblstat.net/gd.asp?g=7211 o dönem ilk başta -5 puanla başlama cezası verilmiş ardından ceza kaldırılmıştı diye hatırlıyorum ama o maç öncesi galatasaray ligde kalma mücadelesi veriyordu, o dönemki takım için uzun sayılabilecek bir galibiyet serisiyle geldiği ankara'dan mağlubiyetle ayrılmıştı takım. maç tarihi olan 12 nisan 2010dan bir gün önce ygs'ye girmiş, maç öncesi babamla pazarlıklarımda hem bu sınav sonrası ödül olsun hem de takımın küme düşme ihtimali var kozlarını kullanmıştım, zorla ikna edip götürmüştüm maça, telekom o sezon maçlarını bu sezonun yarısından itibaren kullanım dışı bırakılan atatürk spor salonunda oynuyordu, o salondaki ilk ve son maçım da 12 nisan'daki bu maçtı işte, sonrasında o salona taraftar olarak değil hakem olarak geri döndüm ama o hikaye buranın konusu değil:) salona giriş/çıkış salonun havasızlığı çok vahim durumdaydı, neyse ki o yaz 2010 basketbol dünya şampiyonası için yapılan ankara arena açıldı ankara takımları beko ligindeki maçları orda yapmaya başladı.
o sezon playoff şansı bile yakalamış olmamıza rağmen son hafta bornova'yı yenip ligde kalmıştık bunları hayal meyal hatırlıyorum. sanırım o sene itibariyle basketbola milli takım düzeyinde sınırlı olan sevgim/ilgim galatasaray'a kaydı. 2010 yılındaki basketbol şampiyonasındaki hiçbir maça babamın sırf gittiğimiz telekom-galatasaray maçındaki kötü salon şartlarının devam edeceği korkusu yüzünden gidememiş olsam da o yıl basketbolun hayatımıza girişi noktasında başlangıçtı.


2010-2011 sezonu, oktay mahmuti'nin koçluğunda peri masalı olmasa da rüya gibi geçip finalde fenerbahçe'ye elenirken, kadronun çok da iyi olmamasına rağmen o başarı hem takıma hem oyunculara hem de koça olan güveni ve sevgiyi en üst seviyeye çıkardı. ligi 3.bitirip, playoff ilk turunda beşiktaş'ı yarı finalinde de banvit'i ev sahibi dezavantajına rağmen yenip finalde fenerbahçe'nin rakibi olduk, o zamanın adıyla galatasaray cafe crown finalde süprülecek beklentilerini boşa çıkarmıştı, deplasmandaki 2 maçı kaybedip iç sahadaki maçlardan birini de kaybedince fenerbahçe kendi salonuna şampiyonluk için çıkma fırsatı buldu, tüm salon hazırlandı filan ama shipp'in son saniyedeki basketiyle maç kazanıldı ve seri 3-2 ye geldi, 6.maçta maç ve şampiyonluk 3 sayıyla kaybedilmiş olsa da o takımın söyleyecek sözü vardı, ertesi sene için herkes umut ve güven doluydu.




2010-2011 sezonunda o takımı bu kadar sevmemizin nedeni belki de futbol'daki kötü ötesi sezondu, futbol'da her hafta futbol takımınca daha ne kadar üzülebilirsiniz diye teste tabi tutulurken, basketbol'da bize umut olan dimdik savaşan bir takım vardı desteklemek için, shipp-shumpert-jerry johnson-tutku-caner-luksa-evren-rancik-ermal bir hayalin peşinde sürüklediler bizi, ve elbette mahmuti hocam, basketbolu bu denli sevdiren gerek hal hareketleri, gerek karakteri gerekse yarattığı takım olgusuyla o sene herhangi bir kupa kazanamamış olsak da o senenin en büyük kazananı o ve öğrencileriydi. o sene sonunda ermal-jerry johnson-rancik(şu an karşımda o takımın posteri var ve ordan da yardım alıyorum doğrudur) takımdan ayrılıp yerine ender-furkan-gordon-songaila-jaka-cevher-zaza pachulia sene içinde de shipp'in sakatlığı sonrası djedovic katılmıştı. takımın isminin de galatasaray cafe crown değil artık galatasaray medical park olduğunu unutmayalım.



                                         

galatasaray medical park ilk olarak euroleague gruplarına kalarak hikayesini başlattı, kayseri'de oynanan süper kupa finaliyle fenerbahçe'yi yenerek kazandığı kupa basket takımının seneler sonra aldığı ilk kupaydı. sene içinde euroleague'de yapılanlar, yaşatılan gurur cska'ya ilk mağlubiyetini yaşatmak, final8'e katılma ihtimalini son maça kadar sürdürmek filan derken ilk seneden çok büyük işler başardı o takım, normal sezon sonunda gelen liderlik, oktay mahmuti'nin biten sözleşmesinin playoff zamanı uzatılacağına dair resmi site açıklaması...
şurda daha önce bahsetmiştim 2012 basketbolundan http://kubracelik.blogspot.com/2012/12/9-numara-14-mart-2012-banvit.html bahsetmiştim.

2011-2012 sezonu kendi adıma en kolay geçmesi beklenen maçta dahi planımı maç saatine göre yapmamla özdeşleşmişti, tek maç kaçırmış olmak bile vicdan azabı sebebiydi, türkiye kupası yarı finalinde beşiktaş'a karşı farkı açmışken bir anda takım durmuş, maç kaybedilmişti. o maçta kaybettiğimiz sadece türkiye kupası değil, beşiktaş'a karşı özgüvendi. playoff yarıfinalinde rakip yine beşiktaştı ama evsahibi avantajı bizimdi, ne yazık ki futbol takımının şampiyonluğuyla sarhoş olmuş taraftar basketbol takımını yalnız bırakınca, 2010-2011 sezonunda kapalı gişe oynatan taraftar salona gitmeyince beşiktaş abdi ipekçi'den istediğini alıp ayrıldı, deplasmandaki maçları da kazanamayınca her şey tepetaklak oldu. deplasmanda kaybedilen maçlardaki hakem hataları bilhassa 2.maçta yaşananlar mahmuti'yi isyan noktasına getirdi, sonrasında amk gazetesinin maç sonrası yaşandığı iddia edilen diyalogları yayınlaması, yüksek ihtimal yönetim tarafından basına sunulan mahmuti'nin itibarını sarsıcı haberlerle mahmuti'yle olan sözleşme yenileme haberi resmi sitede yayınlanmasına rağmen o anlaşma bir şekilde iptal edildi yönetimce, mahmuti başarısız oldu gerekçesiyle..hatırlamak istemediğim anların başında da mahmuti'nin menajerinin galatasaray-mahmuti'nin yollarını ayırdığını açıkladığı an gelir. beşiktaş'ı şampiyon yapan beşiktaş'ın çocuğu(!) ergin ataman'ın playoff döneminde çıkan gsbonus kullandığı haberleri belki de aylar öncesinden yapılan bir pr çalışmasıydı, ergin ataman beşiktaş'ın sponsor bulamaması gerekçesiyle takımından ayrıldı ve galatasaray'ın başına geçti, milyonların nefretiyle beraber tabi ki. takımdan ayrılan shumpert-tutku-cevher-evren-haluk-andric-caner-djedovic vs vs derken mahmuti'nin yeni takımı efes'e transfer ettiği gordon ve shipple de beraber takımın o sevilen herkesçe benimsenmiş olgusu yok edildi, 2senede kurulan, bağları da taraftarla epey güçlü olan takım birlikteliği tek çırpıda yıkıldı.




İtiraf etmeliyim ki yeni kurulan takıma aidiyet hissetmeye çalışmak bile içimden gelmedi uzun zaman. Ataman’ın beşiktaş’tan getirdiği ersin dağlı, sonrasında çok büyük olaylarla takıma gelen hawkins ve transfer edilmesi planlanan arroyo-bonsu, takıma doldurulması planlanan ex Beşiktaşlılar can sıkıntısını daha da artırdı. Kurulan ya da kurulması muhtemel kadroda bulunacağı dedikoduları dolaşan isimler Galatasaray takımının değil de modifiye edilmiş Beşiktaş takımı gibiydi. Dong-domercant-engin-cenk-macvan-jamont gordon derken hiç de fena olmayan kadro sezon başında Göksenin-domercant’ı sene boyu sürecek sakatlıklara kaybetti, eurocup için önemli anlardan birinde hawkins’in cezası, normal sezonun sonuna doğru Fenerbahçe maçında engin’i kaybetmemiz filan derken ben iyice karmaya bağlamıştım bu şanssızlıkları. Hem beşiktaşlıların hem de domercant’ı ellerinden aldığımız kazan’ın ahını bu kadar almamak lazımdı, bu sakatlıklar cezalar filan hep karma diyerek de geçirmedim değil aklımdan. Sene içinde cenk’in zatürre yüzünden uzun süre takımdan ayrı kalması, jamont’un sakatlığı, furkan’ın menisküsü, dong’un bel spazmı derken bir takımın 3-5 senede yaşayabileceği tüm sakatlıkları ve şanssızlıkları 7-8 aylık bir dönemde yaşadık. Hawkins’in doping cezası almasıyla arroyo takıma katıldı ve ligde 27 maçta 26 galibiyet görerek ligin kaderini bir kez daha değiştirdi.2012-2013 sezonu takımı için aidiyet hissetmek zordu, o takıma bağlanmak, bundan önceki takımlara duyulan sevginin bir anda oluşması kolay değildi. Takım rakiplerine karşı kazanmak için savaşırken bir yandan da kendini kendi taraftarına ispat etmeye çalışıyordu belki de. Her fırsatta, her yenilgide ortaya çıkan hatta efes’in avrupa’da kazandığı maçların ardından bile sosyal medyada çıkan mehmuticiler-antimahmuticiler tartışmaları/atışmaları süreci daha da zorlaştırdı. Türkiye kupasının fenerbahçe’ye bariz hakem hatalarıyla kaybedilmesinin ardından zaten elenilmiş olunan eurocup başarısızlığıyla beraber elde bir tek şampiyonluk kalmıştı, yıllar önce sami yen’de açılan “bir ihtimal daha var o da şampiyonluk mu dersin” pankartı bu kez takım tarafından açıldı belki de oyuncuların kendi içlerinde, sessizce…. Nerdeyse yarım kadroyla çıkılan ve kazanılan efes maçının ardından ndong’un nerdeyse yalvararak lütfen maça gelin demesiyle değişti bir şeyler kendi adıma. Kazanılan her maçın ardından taraftarı salona çağıran koç, oyuncular, kaptan… elde edilen 20küsür maçlık galibiyet serisi ve her şanssızlığa karşı dik duran asla yenilmeyen, şanssızlıkları bahane etmeyen oyuncular. Zorla sevdirdiler kendilerini, ilk başta maç saatlerini umursamayan, önceki yıllarda maça göre program yapan ama bu yıl takımı ilk devredeki maçların nerdeyse yarısını izleyemeyen beni de kafama vura vura, aidiyet öyle olmaz böyle olur diye diye aldıkları galibiyetlerle zihnime daha da önemlisi kalbime kazıdılar.






Final serisinin son maçının ikinci yarısını kah dolu gözlerle kah gözyaşlarıyla izledim, 2 sene önce yarım kalmış bir rüyayı tamamlayan başrol oyuncuları farklıydı belki ama arma aynıydı, amaç aynıydı. Einstein’ın dediği gibi önyargıları yıkmak atomu parçalamaktan daha zor olsa da Galatasaray medical park 2012-2013 kadrosu birçok kişinin önyargısını yıkarak belki de atom parçalamaktan daha önemli ve büyük bir iş başardılar. Bir özür borcum ve eyvallahım var kendi adıma bu takıma bu karakterlere karşı. Yüreğinize sağlık aslan yürekli adamlar, bu sene yaşattığınız her şey için teşekkürler…

30 Nisan 2013 Salı

in-şal-lah!

son!






18.55te giden 20.00da gelen sonra maçın 10.dakisı tekrar giden 25.dakika gelen elektrik. fenerbahçe'nin 1-0 geride olduğunu öğrendikten sonra evde ben bilmem eşim bilir stayla 1gole şampiyonluk hadi be oğlum diye dolanmak... her yönüyle bilhassa maç öncesi yaşanan talihsiz olayıyla kolay unutulmayacak bir maç oldu, şampiyonluk ilan edilebilirdi ama bir kez daha ertelendi, inşallah bu hafta kalkacak kupa ellerde.

ligtvyi açar açmaz ekranda binlerce galatasaraylı taraftarı görünce çok korktum kesin kapılar açık bırakıldı taraftar da futbolcuları görmek için sahaya girdi diye,  tam biber gazından etkilendi filan denilir denilmez elektrik gitti tüm semtte. telefonumun radyosu-interneti yok, tam bir eski çağlardan kalma 1 saat yaşadım, acaba maç oynanabilecek mi, futbolcular gazdan etkilendi mi acaba diye karnıma ağrılar girerken. elektirikler gittiğinde tüm taraftar hala sahadaydı çünkü, ağlayan çocuklar, sakinleştirmeye çalışan babalar. çok fena bir görüntüydü, küçücük çocukların biber gazına maruz kalması onların hem sağlığı hem de gelecekteki hayatlarındaki olaylarda verecekleri tepkiyi etkilemesi açısından epey sarsıcı olmuş olmalı, umarım hiçbirinde sorun yoktur, ucuz atlatıldı olaylar. 


her an elektirik gidebilir mi siterisyle maç izlemek çok büyük sıkıntı başlı başına, yıprandım vallahi kısacık sürede.
maça gelirsek, shaaba kadar oynasak gol atamazdık belki de, geçen sene gençlerbirliği maçı vardı eboue'nin yoktan var ettiği bir pozisyon gol olmuştu o maç ve o maçta gelen 3 puan şampiyonluk yolunun başıydı. bu sefer başı değil sonu oldu esasında, maç sonrası takımın sevinci, burak-eboue arasındaki gereksiz tavırlara rağmen müthişti, prova niteliğinde görüntüler.



siz şampiyon olacaksınız!!

27 Nisan 2013 Cumartesi

eyvah!

eyvah küme düşüyoruz!!

fenerbahçe yarı final ilk maçında benfica'yı baya baya iyi oynayarak 1-0la yenmiş, dün maç bitiminden itibaren twitterla maçlar harici spor kanallarıyla tüm ilişkimi kestim, fenerbahçe'nin galibiyetini reddettim kendi çapımda. çom fenerli de takip etmiyorum gerçi ama galatasaray'lıların "fener geliyo:( " temalı twitlerinden kaçma amaçlıydı dün akşamdan beri süren kişisel boykotum.galatasaray'ın liderliği puan farkını iyi oyununu filan unutup hemen karalar bağlamaya çok meraklı taraftarımız.

okula gidip geldim ama dışarda gördüğüm sarı-lacivert kişi sayısı gördüğüm sarı-kırmızılı sayısıyla hemen hemen aynıydı, dün maç esnasında galatasaraylıların dünkü fenerbahçe'den epey etkilendiğini okudum, maçı da izlemedim zaten senenin genelinde olduğu üzere. 1-0 lık skoru 4-0 olarak görenler mi dersiniz yok finalde chelsea'ye şu kadar atar diyenlere kadar. 1-0 yahu skor, hem bize ne. fenerbahçelilerin avrupa kupası hayalini görüp onların heyecanını yakından görünce 13 sene kazanılmış olan kupa daha da artırdı değerini benim nazarımda. 13 sene önce kazandığımız kupa için delirdi lan adamlar, ki bizim onun ardından kazandığımız bir diğer tamamlayıcı avrupa kupamız da cebimizde.


tabi ki istemem fenerbahçe'nin kupayı kazanmasını, ama 3 sene önce biz ligde kalmaz savaşı verirken fenerbahçe şu durumda olsaydı karalar bağlayabilirdim ama lideriz yahu, şampiyonluk yakın bize ne fenerbahçe'den, ki ulaşabilecekleri top nokta bizim 13 sene önceki yerimiz bile değil. 

eve gelirken bu senenin beyaz galatasaray formasını giymiş 8-9 yaşlarında bi çocuk gördüm, okuldan geliyodu, elinde cips vardı cipsten bedava bişi çıkmış sanırım o kartlarda bişi oluyo ya onlardan vardı elinde baya sevinmiş de delikanlı, gözlerinin içi gülüyordu, tüm galatasaraylıların da olması gereken o değil mi yahu, hep mutlu en mutlu. pazar günü maçtan sonra daha da mutlu olucak inşallah o küçük çocuk.



bir de galatasaraylılara gülmek çok yakışıyor yahu, her insana yakışır ama bizde bi farklı oluyor vallahi, allah bozmasın.


bakmalara doyamadım şu fotoğrafa günlerdir, nasıl bir güzelliktir, nasıl bir masumiyettir bu, allah nazardan saklasın.



 

 





bir de istirhamım olacak, burak hep gül be, hep gül. dünyadaki suratı asık hali çekilmeyen ama mutlu hali dünyanın en güzel insanlarından biri olan tezatlığa sahip en birinci kişidir tahmin ediyorum ki.


24 Nisan 2013 Çarşamba

bu da mı final?

 oynamak zordur, streslidir. finali kazanmanın mutluluğu da bambaşkadır, hele seyreden değil de sahada olanlar için daha da bambaşkadır final oynamak, kazanmak, başarmak. galatasaray cuma günü elazığ'ı 3-1lik skorla geçip fenerbahçe'yle puan farkını 7 yapmıştı, açıkçası o puan farkının o halde kalması galatasaraylıların ortak hayali olsa da pek de inanmıyorduk o farkın 7 olarak kalacağına. Pazar günü 4e düşmemesi konusunda herhangi bir düşüncem ya da beklentim yoktu. ama paun farkı 7 olarak kaldı pazar gecesi itibariyle. fenerbahçe bu sefer "finali" kazanamadı. final kelimesi 2.yarının başından beri her maç için kullandıkları bir tabir fenerbahçelilerin. gerek teknik direktörlerinin gerek oyuncularının her maçın öncesinde ve sonrasında bu maçımız finaldi kazanmak zorundaydık gibi demeçleri basında sürekli yer aldı. Nerdeyse her maç sonrası şu kalıbı gördük  "Fenerbahçe teknik direktörü Aykut Kocaman, telafisi olmayan maçlar oynadıklarını ve mutlak kazanmaları gereken maçtan galip ayrıldıklarını ifade etti." bu kadar finali kaldıramayacakları açıktı oyuncuların, kazanabilirler miydi elbet kazanabilirlerdi. ama 2 senedir nerdeyse her maça bir final gözüyle bakmaları, final havasında çıkmaları onun  da ötesinde her maçta birilerinden intikam alma amacı güderek çıkmaları psikolojilerini büyük ölçüde yaralamıştır diye tahmin ediyorum. fiziksel olarak bütün rakiplerinizden daha fazla maç oynadığınız için zaten yıpranıyorsunuz, ama mental açıdan da geri kalmayalım yıpranmışlıkta diyerek her maça bakın bu final haa kazanamazsak biteriz, kaybedersiniz başarısız olursunuz bilinçaltıyla çıkarıyorsunuz futbolcularınızı. pek anlayabileceğim bir olgu değil bu.

fenerbahçe'nin final maç tanımı benim algıladığımdan daha da farklıdır belki, ya da yanılan ben de olabilirim. gelelim galatasaray'ın final haftalarına, her maçımız final açıklamasını ilk kez bu hafta okudum bir galatasaraylı profesyonel'in ağzından. bundan sonra her maçımız final, evet. bitime 4 hafta kalmışken elbet her maç final, 7 puan öndeyken her maçın final olma zorunluluğu daha da önemli belki. final maçları ligin son 4-5 hatta belki son 6 haftası için, uefa kupasında yarı finaldeyken söylenir ama ligin 25.haftası bu maç final derseniz rakibiniz sizi ciddiye almaz ama oyuncularınıza fazla baskı yüklemiş olursunuz. avrupa şampiyonası-dünya kupası eleme gruplarında her maça final parolasıyla çıkılmaz elbet, ama o kulvarda mücadele etme hakkı bulunursa 3-4 maçlık gruplar için her maç final yakıştırması yapılır.

neyse önümüzdeki her maç cidden final bundan sonra, arkamıza bakmadan, her maçı final gibi oynayıp 11 gün sonra finalin karşılığını alıcaz umarım.

20 Nisan 2013 Cumartesi

4 kala!


galatasaray son 5 haftadır kazanıyor, sadece rakiplerini mağlup ederek değil, türkiye'nin biz galatasaraylılar haricindeki kısmını ağlatarak umut kırarak, tam da kaybedecekler artık dedirten anlarda kazanıyor. elazığ maçı cuma gününe verildi önce, bu sezon 8 cuma maçında 6 kez puan kaybetmiş galatasaray'ın yine bir cuma maçında puan kaybetme olasılığı hayli yüksekti tabi tff'ye göre ya da fenerbahçe için diyelim. yetmedi, hakem görevlendirmeleri maçtan 30-32 saat önce açıklandı, hangi hakemin en fazla galatasaray puan kaybına şahit olduğunu hesaplamış olmak, onları araştırmış olmak hayli zor olsa gerek. bülent yıldırım çıktı kısmetimize(!) bu sene yönettiği maçların hiçbirini kazanamadığımız bülent yıldırım'ın elazığ maçına verilmesi tamamen totemdir bence, futbol federasyonunun ince ayarlarından biri olduğunu tahmin ediyorum. maç öncesi bütün işaretler puan kaybını gösteriyordu gerçi, günün büyük bölümünü karın ağrısı/kırmızı suratla geçirdim sanırım maç yüzünden. gençlerbirliği maçı da cuma günüydü, en son cuma kaybettiğimiz maç... o günle elazığ maçının genel hali aynı olmasın diye günü değiştirdim kendi adıma, değişiklik iyidir zaten. dersten erken çıktım, eve santra dakikasında yetişmeyip geniş geniş maç önü programı izledim, hala da puan kaybı kokusu geliyordu gerçi, ama hani o futbolcular sahaya çıkıyor da düdük çalınıyor ya, o anda maç öncesi düşünülen bütün olumsuzluklar siliniyor, her şeyin ardında o sahadaki 11 adam oluyor. 







umudun, mutluluğun, huzurun habercisi 11 adam. maçın geneli, goller, gol sevinçleri, maç sonu takımın terlikle sahaya geri dönüşü filan ayrı ayrı hikayeler. güzel hikayeler. maç içinde duran topların başına topla tükfekle tüm iyi atıcılarla gitmemiş olmamız en sevindirici noktalardan biri. our precious'umuz selçuk'un sevdiği yerlerden atış şansı geldiğinde eskisi gibi topun başına geçmesi maç içinde çok mutlu etti. drogba'nın mahallenin abisi rolünde sahada dolanıp skora direk etki etmesine yavaş yavaş alışıyorum, eskiden kalbime inecek gibi oluyordu drogba'nın mükemmelliği karşısında, yavaş yavaş "we have drogba" düşüncesi oturmaya başladı zihnimde. maç esnasında kulübedekilerin hata yapmaması için dua edip 7 yabancıyı aynı anda oynatmaya çalışmazlar heralde korkusu yetti az da olsa huzursuzluk için, ah be hocam bıraktın kulübeyi ümit'e, biz üzülüyoruz kenarda. 2 farklı üstünlüklerde de bi tane yersek işimiz biter korkusu haftalardır geçmiyor, son düdüğü duymadan rahat edememe, dk70te bitir hocaaaa diye saydırmalar geçmiyor. tedirginlik bu hafta en üst safhada, 4 maç var önümüzde ama en önemlisi antep, en önemli maç önümüzdeki maç hangisiyse o. eveleyip gevelemeden şampiyonluğu istediğimizi belli etmenin yeri antep. son 4! allah yardımcımız olsun.

3 Nisan 2013 Çarşamba

bambambam.

3 saat sonra son yılların en büyük maçına çıkıyor galatasaray. rakip madrid, hem de en real olanından. resmi site bu görsel ve http://www.youtube.com/watch?v=gnb449uWZIk eşliğinde. belirli periyotlarla açıp arka arkaya defalarca ekrana gözlerimi dikip oturuyorum sabahtan beri. gözlerim doluyor arada, uzaklara dalıyorum çoğunlukla. 2010-2011 sezonu ve yaşadıklarımız en çok bugün hatırlattı çok uzun süredir belki de kendini, nerden nereye romantizmi yapmak değil amaç ama tam 2 sene öncesi 4 nisan 2011'de antalyaspor'a mağlup olup ligin 27.haftasını 13.sırada tamamlıyordu. küme düşecek takımların 2 adım uzağında. şimdi nerdeyiz, napıyoruz. kötü sonucun yine akla getirilmediği bir maç öncesindeyiz, aşırı güven mi var denirse o da yok, koyar 3 tane döneriz rahat rahat da diyemiyorum. turu geçemesek toplamda 5 gol yiyip elensek nolur lan, ne kaybederiz, kazanmadık mı zaten biz bu sene. grup maçlarında ilk 3 maçta 1 puan almışken ilk 2 maçta 2 mağlubiyetle "0 mı çekecekler lan hahaha" diye iti köpeği niyetlendirmişken bu takım maç kaybetmedi o günden beri. bu maçı kaybetse ne olur yani, şampiyonlar ligi şampiyonluğuna göre mi yaptık başarı kıstasını. 12 mayıs 2012de de 12 mart 2013te de kaybetme, sahadan boynu bükük ayrılma ihtimalini düşünmeden beklemiştim maç saatini, bugün yine aynı. en azından haftaya salı gününe kadar rövanşa kadar da devam edecek bu heyecan, bu yaparız lan düşüncesi. işimiz çok ama çok zor allah yardımcımız olsun, kaybetmekten korkmadan bambambam.
düşünsenize 2sene önceki takıma:
" Kazanacaksınız, kazanmak için uğraşacaksınız , ama netice ne olursa olsun, siz benim gönlümde hep kazandınız, hep şampiyonsunuz ve öyle kalacaksınız. Allah yardımcınız olsun!" dediğinizi, mümkünatı yoktu. ama şu alttaki adamlar birer kazanan olduklarını kanıtladılar bize, dünyaya da kanıtladılar esasında şimdiye kadar ama hala inanmayanlar varmış, onlar için kazanma savaşı verecekler bu akşam, ve 9 nisan salı günü.
onlar şimdiden bir galatasaray efsanesi yarattılar, devamı neden gelmesin. 

12 Mart 2013 Salı

tuana.

2012nin sonunda bir gazla blog açayım, bloga da 2012'nin galatasaray'a ait en unutulmaz 10 anısıyla giriş yapayım demiştim. 2012nin son günlerinde bu düşüncemi hayata geçirememiştim, 5 ya da 6 anıyı 2013 olmadan yazabilmiştim ama mart'ın ortasına gelmiş olmamıza rağmen hala bitiremedim bu listelemeyi, araya farklı konular, değişik blog postları girdi ama 10 sayılık anı arşivini yazamadım. düşüncemden de saptım esasında, maç maç yazma düşüncem varken maçları şampiyonlar ligi, fener maçları beşiktaş maçları 4-2lik skorlar, selçuk'un frikik golleri, basket maçları gibi gruplara ayırdım, düşüncemden saptım dediğim gibi, en son 4 numarayı yazmışım şu ana kadar anmadığım maçlar içeriğiyle beraber. ilk 3 sıranın biri 12 mayıs 2012ye ait, diğeri unutulmaz olaylar olarak yazılacak ama içeriğine goller ve penaltı kurtarışlarından sonra ne girer onu bilemiyorum. diğer 3.sıra içinse hiç fikrim yok. gol sevinçleri olabilir belki. 10.maddeden başlarken de yazmıştım zaten bu sıralama herhangi bir büyüklük ya da önem sırası arz etmemektedir diye. her halukarda 1 numara 12 mayıs 2012ye ait olacak ama bundan eminim. 3 ve 2.numarayı daha sonraya bırakıp 1 numaraya yazacağım 12 mayıs 2012yi şimdiden yazayım. tamamen duygusal, iç hesaplaşmasıyla dolu bir yazı bekliyor sanırım beni.


20 saat sonra belki de galatasaray tarihini tamamen farklı bir yöne kaydıracak bir maça çıkacak takımımız. maç öncesi konsantrasyon videoları izleyip 2012-2013 sezonunun şu ana kadar ki unutulmaz anlarını izlerken arkada 12 mayıstan bir fotoğraf göründü. 2010-2011e ithaflarla  hazırlanan introları ya da yazıları gördükçe de o zamanlar bir kez daha geçti gözümün önünden. 12 mayısta yaşadıklarımı yazacaktım hep ama 10 sıralık listenin en son sırasına yazayım diye bekletiyordum. 2 ve 3 numaray yazamamış olsam da maç heyecanyla uyku tutmayan şu gecede başlayayayım 12 mayısı anlatmaya.






































2010-2011 sezonundaki 16 mağlubiyetin ardından hemen hemen her maçtan sonra levent yüksel'in tuana şarkısını dinlerdim ağlayarak. hani o 14.sıraya kadar düştüğümüz sıralarda o ağlamalar boyut değiştirmişti tabi.  

"sana söz yine baharlar gelecek
sana söz ışık sönmeyecek
ölüm yok ki tuana uyan
 şimdi yaşanacak"

bu şarkıyı geçen sene fenerbahçeliler her ne kadar kendi üzerlerine almışlarsa da şike süreci esnasında, bu şarkı galatasaray ve benimdi, aramızdaki binlerce bağdan bir tanesiydi. 2011-2012nin ne kadar muhteşem olduğundan bahsetmeye gerek yok şu an, herkesin hafızasında tazeliğini koruyor canını sevdiğimin sezonu.

2012 yılında bahar şenlikleri kapsamında odtü'ye gelen sanatçılardan biri de levent yüksel'di, tesadüfe bakın ki şampiyonluk maçının olduğu gündü konser, 12 mayıs 2012. en başından almak gerekirse sene içinde kimler gelicek acaba bu sene merakı içindeyken benim gönlümden geçen tek isim hep levent yüksel'di. malumunuz olduğu üzere program açıldığında havalara uçtum, plan da belliydi, 12 mayıs konser 13 mayıs fenerbahçe-galatasaray maçı. ama tabi ki öyle olmadı gerçek. süper final zırvalığının 5.haftasında şampiyonluğu ilan edebilirdik esasında alacağımız galibiyet ve trabzondan gelebilecek puan kaybı haberiyle, o maçın devre arasında maçın 12 mayısta oynanacağı açıklanmıştı. benim planım basitti maç-konser denkleminde. şampiyonluğu beşiktaş maçıyla ilan edemezsek ki durum onu gösteriyordu ertesi hafta konseri unutup maçı evde izlemekti. bunu arkadaşlarımla paylaştığımda, gelmem ben o konsere, şampiyonluk giderse tutamazsınız beni, rezil ederim gününüzü şeklinde konuşmalar vardı aramızda, ki bana sahip olacağını maç sonrası yaşanabilecek her olayda beni tutacağını söyleyenlere rağmen maçı evde izleyip konsere gitmemek en kolay seçimdi. sanırım perşembe ya da cuma sabahı, konsere gitmeye karar verdim. maçı izlemeye kalbim dayanmayacaktı ne de olsa, maç esnasında konserde olmak maçı en iyi ihtimalle radyodan dinleyecek olmak en iyi fikirdi, maçı kaybetme düişüncesi bir saniye bile gelmedi aklıma, ki normalde normal bir maçtan sonra bile kaybettiğimizde dışarı çıkmayan, evde pinekleyen bütün iletişim araçlarıyla ilişkimi koparan bi insanım, en son kaybettiğimiz gençler maçından beri evden sadece bi kere çıkıp tvyi de pazartesi akşamı basın toplantısı için açtım nerdeyse. neyse 12 mayıs diyorduk. cuma akşamına kadar aslında şüphem vardı ben yarın çıkmam evden maçı izlememeye dayanamam diyordum kendi kendime. ertesi gün için planlar yapıldıktan sonra pek kaçış yerim kalmamıştı açıkçası. cumartesi günü okulda okulda olacaktım maçı izlemeyecektim. cumartesi sahabı evden çıkana kadar maçla ilgili hiçbir şey izlemedim, hiçbir tv programına bakmadım, öğleden sonra metin oktay tişörtümü giyip evden çıktım, o sezon hiçbir galibiyetim yoktu o tişörtle, ama evden çıkarken de twitterdan metin oktay'dan zarar gelmez yazmıştım, metin oktay olm bu ne zararı. çantama forma-atkı vs alarak hazırlıklıydım. her şey şampiyonluk sonucuna göreydi, aksi bir sonuçta ne yapacağıma dair bir sn bile düşünmemiştim, aklıma o ihtimal gelmiyordu bile. gören de şampiyonluğun garanti olduğu bir formalite maçına çıktığımızı bile düşünebilirdi. yolda üzerinde forma bulunmayan tüm insanların ciddi ciddi maç sonucuyla ilgilenmeme ihtimallerini, hayatlarında o gün için daha önemli bişiler olma ihtimaline şaştım. çok garipti, nasıl yani o insanların rüyalardında maç olmamış mıydı geceleyin. 

okula gittiğimde maçı izlememe ya da maçın izlendiği ortamda bulunmama planım alt üst olmuştu, yağan yağmur ve maçı izlememeye dayanamayacak arkadaş kişileri sayesinde. izlemeyecektim ama o kesindi, maçı izleyenleri izlemek gibi bir durum vardı, maç başında bakmıcam ya dayanamam çığlıklarım maç ortasına doğru ekranı görebilmek için masalara çıkma, insanların omzundan baykuşluk yapmakla sürmüştü. semih'in sayılmayan golü, elmander'in maçtan erken çıkmak zorunda kalması vs. her şey aleyhimize gibi görünüyordu. maçı dinlemeyi insanların hareketlerinden tahmin yapma işi gereğinden fazla heyecan yaratınca, etrafı arşınlamak yağmurda ıslanmak, kaldırımda oturmak vs daha anlamlı hale gelmişti. önünde bulunduğumuz kafe sadece galatasaraylıların bulunduğu bir mekandı, içerde yer kalmayınca insanlar dışarda duvara yansıtılan ekranı az da olsa kenardan köşeden görmeye çalışıyordu, o halin fotosunu çekmiştim ama bulamadım şimdi. ilk devre bittiğinde dayanacak sabır kalmamıştı, tahmin doğru yönde ilerliyordu, 0-0 tahmini şu an için tutmuş gibiydi. muslera gol yemezse şampiyonduk işte var mı ötesi. 1-0 geriye düşsek geri dönebilirmiydik o konuda bir umudum yoktu işte. maçın ikinci yarısı daha da bir sinir harbiyle geçti kendi adıma. ilk yarıda olan kısa mesafeli çevre turlarımın mesafesi sürekli artıyordu, ama koduuumun saati maç süresi artmıyordu, sabit kalmıştı sanki. çevredekilere sarılmak, eli bileği ısırmak, ıslanmak, yerdeki çakıl taşlarıyle oynamak vs vs bir sürü anlamsız hareket. zaman geçmiyordu, geçmiyordu. evde maçı izleyen babamın 15dakikada bir arayarak ne durumda olduğumu kontrol etmesi daha da sıkıntı yaratıyordu benim tarafta. dia'nın oyundan atılışı, galatasaraylıların gol olmuş gibi sevinmesi, gol sanmam kırmızı olduğunun anlaşılması ve üzüntü sonrasında ujfa'nın atılışı derken hiç tanımadığım sandalye tepesindeki bir kızın bacaklarına sarılmış ağlıyordum. zaman geçmiyordu, geçmiyordu. 77.dakikadan 89.dakikaya kadar en azından 1 saat gibi geldi bana, o süre boyunca okulda epeyce bir mesafeyi yürüdüm, hayır yani imkansızdı 12 dakika geçmiş olması normalde sırf gittiğim yer 10 dakika sürerdi, gidiş dönüş 12 dakika sürmesi hala enteresanlığını koruyor. maç uzadıkça uzadı, 97yi gördük sanırım. 90+dan sonra helal muslera, aslanım benim, yavrum beaaaaa bağırışları geliyordu içerden. maçın bitimine doğru herkes ayakta ekrana bağrıyordu bitirsene ulaaaaaan diye. beklenti oydu evet ekranın bitirmesi bile beklentiler içindeydi. 2 defa sanırım maç bitti diye bir sevinç oldu, ama yanlış anons diye oturtuldu susturuldu içerdekiler. ve sonunda son düdük geldi, yani gelmiş. hatırladığım şükürler olsun diye ağladığımdı. tanıdığım tanımadığım yüz aşinalığı olan insanlarla bile sevinç, yakın arkadaşlarla doyasıya sarılma. temizinden 4 senenin yorgunluğu bir anda gitmişti üzerimden. maç sonrası meşalelerdi, tezahuratlardı derken hayallerin, uzun süreden beri beklenenin, yıllardır mutsuzluğun sonunun geldiğini hissettim. sevinçlerden sonra konser alanına giderken ki halim belki de çevremdekilerin beni unutmak istedikleri anlardan biriydi, bir sürü küfürler, çığlıklar, sevinç naraları. konser başlamamıştı bile konser alanına vardığımızda. o an tek beklentim tuana'nın başlamasıydı. inanabiliyor musunuz, geçtiğimiz yıl o şarkı kötü sonuçların ardından çalınırken o an şampiyonluk sevinciyle söylenecekti. sonradan galatasaraylı olduğunu gstv'de öğrendiğim ama konser boyu fenerli sandığımız levent yüksel'e kah söylenerek kah bağırarak şarkılara eşlik ederek mükemmel anlar geçirdim, ta ki tuana'ya kadar. tuana başladığı an top noktasıydı belki de hayatımın. çok iniş çıkışlar inanılmaz mutluluklar ya da üzüntüler yaşamadım hayatımda, o tuana şarkısı başladığı anda duygu boşalmasıydı ya da ne bileyim bir zaferdi benim için. kah gülerek kah ağlayarak bitirdik şarkıyı, konserin geri kalanını hatırlamıyorum. tuana'ydı benim için o konserin anlamı. ve o gece 5-8 arası uyuyabildim sadece. eve dönüşte maç fotoğraflarıydı, kupa görüntüleriydi takım otobüsü takımın florya'ya varması derken 5te sızmışım, 3 saatlik uyku 13 saatte yaşayamayacağım kadar huzurluydu. belki de üniversite sonuçlarının belli olduğu gecenin ardından en huzurlu uykumdu hayatımda uyuduğum.
mutluluk galatasaray adına çok yakışıyor. yaklaşık 20 saat sonra onun kadar olmasa da benzeri bir huzura ermiş oluruz umarım. 
çok büyüksün galatasaray, aynı zamanda çok güzel. varlığın her zaman mutluluk olmasa da yokluğunu göstermesin allah.